Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Gül Eryılmaz, ilişkilerdeki yalnızlığa ilişkin değerlendirmede bulundu.
İçerisinde bulunduğumuz data çağında dijital ortamlara ve haber kaynaklarına ulaşımın fazlasıyla artmasına karşın ironik bir şekilde yalnızlığın da artmış durumda olduğunu kaydeden Prof. Dr. Gül Eryılmaz, yalnızlığın geniş bir yelpazeye sahip olduğunu söyledi.
Yalnızlığın böylece çok çeşidi bulunuyor
Psikolojik çalışmaların, bilhassa son zamanlarda yalnızlığın nedeni ile ilgilendiğini kaydeden Prof. Dr. Gül Eryılmaz, “Yalnızlık, ilk olarak nahoş, öznel psikolojik bir koşul olarak açıklandı. Ama daha sonrasında kişinin gereklilik duyduğu sosyal ilişkilerinin eksik olmasına ya da var olan sosyal ilişkilerinde kişinin arzu ettiği yakınlığın, duygusallığın ya da samimiyetin olmamasına gösterilen bir tepki olarak özetleniyor. Bu açıdan bakıldığında kişilerarası yalnızlık, sosyal yalnızlık, kültürel yalnızlık, psikolojik yalnızlık, kişinin kendi içerisinde kurmuş olduğu dinamikler açısından yalnızlık gibi çeşitleri de var. Ara Sıra duruma emrindeki olabiliyor, bazen yalnızlık kronikleşebiliyor veya toplumsal bir parçanın yansıması olarak da gelişebiliyor.” diye konuştu.
Yalnızlığın anlamının içerisinde bulunulan duruma göre değişebileceğini kaydeden Prof. Dr. Gül Eryılmaz , “Kocaman bir topluluk içinde tek başına edinmek diğer bir şey, kalabalık içinde nahoş, gözden düşmüş, sizin canınızı yakan, keyifsiz bir duygu vermesi diğer bir şey. kimsesiz olup da psikolojik olarak iyi hissedebilirsiniz, bunun adı yalnızlık değil. Fena hissettiğiniz noktada yalnızlık olabilir.” dedi.
6 çiftten 1’i yalnızlık şehvetli yaşıyor
İlişkilerde yalnızlığa kadınların daha aklıselim olduğunu ifade eden Prof. Dr. Gül Eryılmaz, “Her altı çiftten bir tanesinde yalnızlık duygusal olduğu istatistiklerde görülmektedir. Bu his yönetilmediği süre da ilişkiye zarar verecek ayla gelebiliyor. Böylelikle kişinin psikolojisine iyi gelmeyen bir koşul ortaya çıkıyor. Özellikle kadınların buna daha meyilli olduğu çalışmalarda gözükmektedir. Yani, kadınlar yalnızlığa erkeklerden daha duyarlılar.” dedi.
Bireylerin bir ilişki yaşarken neden yalnız hissettiklerini de değerlendiren Prof. Dr. Gül Eryılmaz, “Bu koşul kişisel nedenlerden, çevresel nedenlerden ve ilişkiden kaynaklanıyor. Hem biyoloji ile ilgili olarak ayrıca de psikolojik yapılanmamız için yalnızlığa değil, bağlanmaya ihtiyacımız var. Bunun içinde şefkat, görülme, ilgilenilme var. Tüm bunlar çocukluk çağından itibaren oluyor. Eğer ama çocukluk çağında sağlıklı bir bağlanma gerçekleşiyorsa erişkinlikte de bu bağlanmayı görüyor ve yalnızlık hissetmiyoruz.” diye konuştu.
Yalnızlığın bulaşıcı bir duygu olduğunu belirten Prof. Dr. Gül Eryılmaz, “İlişkide karşısında tarafla kurduğumuz duygusallığın yeterince konuşulmaması, yansıtılmaması, sosyal sorunlar, hesaplı sorunlar gibi geçici ya da kalıcı olarak bireyin psikolojisini etkileyen etmenler de ilişkiye yansıyabilir. Yalnızlığın bulaşıcı olduğu da söylenebilir. Çok yakın ilişkinizdeki bireyden sizlere de yalnızlık bulaşabilir. Bir öteki faktör de bireylerin sorun çözme mekanizması. Yakın ilişkilerdeki sorun çözme becerisi de yalnızlığı artıran veyahut azaltabilen bir etki yaratabiliyor. Sorun olduğu vakit firar etmek da yalnızlığı artırıyor.” diye konuştu.
Yapılan çalışmalara tarafından günde iki saatten fazla sosyal ağ kullanımının da ilişkideki yalnızlığı artırabildiğine uyarı çeken Prof. Dr. Gül Eryılmaz, “Özellikle sosyal medyanın bu kadar faal kullanıldığı bir dönemde yalnızlığın da bu dek ortaya çıkması insanı şaşırtmıyor. Sosyal medyada kurulan ilişkiler ‘mış’ gibi ilişkiler ve bu ilişkiler, doğrusu olan ilişkiden daha ayrı etki ediyor. Beyin buna alışırsa, aslında çıkma, fanteziye kayma, dolayısıyla da yalnızlık ortaya çıkabiliyor. Bu Vesile Ile de gerçek ilişkileri kaybetmeye sebep olabiliyor.” uyarısında bulundu.
Dost bulma sitelerinin bireylerin yalnızlığını gidermesinin bilimsel bir dayanağı olmadığını kaydeden Prof. Dr. Gül Eryılmaz, “Çalışmalara görmek gerekiyor. bizzat sosyal medya üzerinden kurulan ilişkilerde bir açılış yani tanışma açısından bakıyorsanız burada bir sorun yok ama orta ve uzun vadede ilişkilerin nasıl gelişeceğini sosyal ağ belirliyorsa orada bir bezginlik olabilir. Yani defalarca bir sanal realite üzerinden ilişki kuruyor, bunu devam ettiriyorsak bu reel bir ilişki olmayacaktır. Dolayısıyla ilişkilere hasar verecektir.” uyarısında bulundu.
Dinç ilişki her yönüyle düzenleyici oluyor
Sağlıklı bir ilişkinin biyolojik olarak da kişiyi düzenlediğine dikkat çeken Prof. Dr. Gül Eryılmaz, “Çiftler birbirinden uzaklaştıkça mide – bağırsak sistemiyle ilgili şikayetlerin arttığını görürüz. Yakın ilişkideki çiftler fiziksel olarak uzaklaşıldığında bedensel olarak bir tepki veriyor çiftler. Bu durum da ayna nöronlarla alakalı bir şart. Daha aktif olan ayna nöronlar doğruca gönderilen uyarılarla birlikte iki taraflı düzenleme sağlanıyor ve gelen uyarılarla birlikte maddi olarak da psikolojik olarak da rahatlama sağlanıyor. Bu, sanal ortamda olası olmuyor.” dedi.
Çiftlerin ilişkilerindeki yalnızlığı ortadan kaldırabilmesi için önerilerini de sıralayan Prof. Dr. Gül Eryılmaz, şunları söyledi:
Farkında Olan olun: İlk olarak farkındalık. Havadisdar almak gerekiyor. Bunun evrensel bir şey olduğunu anlayışlı olmak gerekiyor. Bu yalnızca o şahısların başına gelmiyor ve yaşanılabilmesi muhtemel bir şey. Fakat daha sonrasında bunu çözmek için araştırmaya girmek gerekiyor. Bu konuda sadece göz önünde bulundurmak bile iyilik katıyor, bir farkındalık sağlıyor.
Duyguları konuşmayı öğrenin: Bir diğer önerim ise duyguları konuşmayı öğrenmek. Ailelerde de anne babalar duygularını göstermiyor, küsüyorlarsa, bir sorun çözme mekanizması uzaklaştırma üstünde oluyorsa ergenler de bunun üzerinden dünyayı böyle yorumluyor ve küsmeye, duygularını konuşmamaya başlıyorlar. Yapılan şeyler, bir sonraki jenerasyonu da etkiliyor. Hem kalıtımsal hem davranışı öğrenmeyle ilgili aktarım oluyor. Bunu değiştirmek sizin elinizde. Duyguları konuşmak şiddet ama öğrenilen bir şey. Yalnız başınıza yapamıyor iseniz destek de alabilirsiniz.
Kolektif ortamlara geçilmeli: 2014’te önemli bir hayvan deneyi yapılıyor. Fareyi bir zaman izole, yani yalnız bırakıyorlar. Bir vakit daha sonra beynindeki hücrelerde bir değişimi mikroskobik olarak görüyorlar. Daha ardından fareyi sosyal ortamına geri gönderiyorlar. Bir müddet daha sonra nörona her yerde bakıyorlar ve radyolojik bulgularda nöronda bu değişimin gittiğini görüyorlar. Yani nöron hücresi bile değişebiliyor, yalnızlığa biyolojik bir yanıt veriyor. O fare izole ortamında kalsa ve orada üreseydi bir sonraki nesle de yalnızlığı geçecekti. Beyin kendini değiştirebiliyor. İzole ortamdan ağların olduğu, kolektif ortama aşmak gerekiyor.
sizlere partnerbayanlar.com farkıyla sunulmuştur